Eski Türklerde Aile Yapısı

 


Eski Türklerde Aile Yapısı

Türklerde Aile Yapısı

Eski Türklerde, ailenin dört derecesi vardı: Boy, soy, törkün, bark.

1) Boy: Eski Oğuzlarda aile adı, boy ismiydi. Fakat, Avrupa’daki aile adlarının aksine olarak, küçük addan önce gelirdi. “Salur Kazan, Büğdüz Emen, Kayan Selcik” isimlerinde birinci kelimeler boy adı olup, ikinci kelimeler küçük addır.

Bu isimleri Korkut Ata kitabında görüyoruz. Kaşgarlı Mahmut da Divan-ı Lugat’ında diyor ki: “Bir adamın kim olduğunu anlaşılmak istenildiği zaman, (Hangi boydansın?) diye sorulur.” Bununla beraber, boy adının küçük addan sonra geldiği de olur. Yunus Emre’deki Emre kelimesi, Oğuz ilinin Emre (İmre) boyundan başka bir şey değildir.

Oğuzlarda her boyun kendisine özgü bir Damga’sı bir ongun’u bir söyük’ü vardır. (Türk Töresi’ne bak). Oğuzlarda her boy, sürüleriyle hazinelerini kendi damgalarıyla nişanlardı. Yakutlarda, boy’a sip adı verilir. Bu kelime, Anadolu Türkçe’sinde sop biçimini almıştı. Yakutlarda, sip’in fertleri arasında ekonomik bir ortaklık vardır. Bir adam, üyesi bulunduğu sip’in içinde, istediği evde saatlerce uyuyabilir. Demek ki, bir ferdin kendi boyu içinde her evi kullanma yetkisi vardır. Toprak mülkiyeti sip’e aittir. Küçük aileler, bu ortak toprağı “zuğ”lara ayırarak, ayrı ayrı ekebilirler. Fakat mülkiyeti, daima, olması gerekirdi. Delikanlılar fakir ise, bu topluluklara paraca yardım edilerek onların evlenmesi kolaylaştırılırdı. Her kırk evde dört evlenme olmazsa, başları sorumlu tutulurdu. Bu zümreler, boylardı. Türklerde, iki türlü akrabalık terimi ardı: Biri boya, yani seciyeye özgüdür. Her fert boy içinde kendisinden büyük yolan bütün erkeklere ici, kendisinden büyük olan bütün kadınlara aba unvanlarını verirdi. Kendisinden daha küçük olan erkeklere ini, kendisinden daha büyük olan kızlara sinkil adlarını verirdi. Kendiyle yaşıt olan erkeklere de atı adını verirdi.

Bu kelimeler de sonraları, bir takım değişikliklere uğradı. Oğuzlar ici yerine ağa kelimesini, aba yerine de abla kelimesini koydular. Atı kelimesi de ata şeklini alarak, başka anlamlara gelmeğe başladı. Boyun hem ana boyun, 0hem de bana boyu şekilleri vardır.

2) Soy: Soy, Latinlerin cogna, Almanların zippe, Fransızların parentele adını verdikleri topluluktur. İleride göreceğimiz Türkün topluluğu dışında kalan amcazade, dayızade, halazade, teyzezade gibi yan akrabaların bütünüdür. Soyda hem ana yönünden hem de baba yönünden akraba olanlar vardır. Birincilere ana soyu, ikincilere baba soyu denilir.,

Eski Türklerde, ana soyu ile baba soyu değerce birbirine eşittir. Ana soyuyla baba soyunun eşitliğini, bazı kurumlarda açıkça görüyoruz:

Eski Türklerde, soyluluk yalnız baba yönünden gelmezdi. Ana yönünden de gelirdi. Bir adamın tam soylu olması için, hem baba yönünden hem de ana yönünden soylu olması gerekti. Bugün bile Harzem’deki Türkmenlerde bir kız, hem babası, hem de anası Türkmen olmayan bir erkeğe varmaz. Çünkü bir adamın yalnız babasının Türkmen olması, soylu olması için yeterli değildir. Tümüyle soylu olması için, anası da Türkmen olmalıdır.

Sülalelerin oluşmasından sonra da, bu iki türlü soyluluk devam etti. Bu devirde, baba tarafından prens olanlara Tekin, ana tarafından prens olanlara İnal unvanları verilirdi.

Bir şehzadenin hakan olabilmesi için, onun hem Tekin, hem İnal olması: yani hem baba, hem de ana tarafından sülaleye üye olması gerekirdi. İran’ın Kaçar sülalesinde, hala bu kural vardır.

Eski Türklerde, sülale içinde soyda büyük olan şehzade hükümdar olurdu. Osmanlı hanedanında da kural böyleydi. Oysaki, gerek Avrupa’da gerek Mısır’da evde büyük olan şehzade hükümdar olur. Boy devri geçtikten sonra, soy isimleri aile ismi olmağa başladı: Çapanoğulları, Kozanoğulları gibi.

3) Törkün: Kaşgarlı Mahlmut’a göre, bir evde oTuran asıl aileye, eski Türkler Törkün derlermiş. Törküne ait akrabalık terimleri, boy içindeki akrabalık terimlerinin tersine olarak, kişisel yakınlığı gösterirler:
Akan: Baba
Öke: Ana
Er: Koca
Konçuy: Karı
Urul Oğul: Erkek evlat
Kız: Kız evlat

Durkheim’in yaptığı aile sınıflandırmasına göre, bu topluluğa baba ailesi diyebiliriz.
Baba ailesi, “ataerkil aile” den çok farklıdır. Baba ailesinde babanın eşi ve çocukları üzerinde yalnız demokratik bir velayeti vardır ki buna baba velayeti ve koca velayeti adları verilir. Ataerkil ailede ise, aile reisinin gerek evlatları gerek eşi üzerinde sulta’sı yani sultanlık hakkı vardır. Evlatlarıyla beraber, eşi ve ailenin bütün diğer fertleri aile reisinin adi malları ve mülkleri niteliğindeydi. Bunları isterse satar, isterse öldürürdü; isterse, bir başkasına hibe ederdi.

Törkün, Türklerce baba ocağı dediğimiz şeydir. Aile Tanrısı bu ocakta barındığı için ocağın ateşinin hiç sönmemesi gerekirdi. Bundan dolayıdır ki büyük ve ortanca kardeşler evlenerek Törkünü bıraktıktan sonra, Törkünde ocak bekçisi olarak küçük kardeş kalırdı. Belirli zamanlarda baba ocağında toplanılarak, ataya saygı törenleri yapılırdı. Türkler, yurt gibi, ocağı da unutmazlardı. Yurttan ve ocaktan uzaklaşmakla beraber, yurt ve ocak sevgisi onlarda güçlü bir bağ durumunda idi.

4) Bark: Eski Türklerde, bir delikanlı evlenecek yaşa gelince, bir kahramanlık sınavı geçirerek, il meclisinden yeni bir ad alırdı. Böylelikle İldaş niteliğini erkek: ermiş değerini kazanarak vatandaş hukukuna sahip olurdu. Buna göre babasının veliliği altında çıkarak hakanın velayeti altına girerdi. BU delikanlı ailesinin malından hissesini almak için, babasının, anasının ölmesini beklemezdi. Evleneceği sırada, aile malından mirasını peşin olarak alırdı. Alacağı kız yumuş adıyla, bir çeyiz getirirdi. Bu çeyiz, ebeveynin ve akrabasının verdiği hediyelerden ibaretti.

Gelinle damat mallarının birleştirerek, ortak bir ev sahibi olurlardı. Bunlar ne erkeğin baba ocağında, ne de kızın Törkününde oturmazlar yeni bir ev kurarlardı. Bundan dolayıdır ki Türklerde, her evlenmeden yeni bir ev doğardı. İzdivaca evlenmek ve ev, bark sahibi olmak denilmesi de bundan dolayıdır. Tekelerde gelinle damadın çadırı, yeni yapıldığı için, beyazdır. Bu nedenle ona ak ev denilir. Eski Türklerde, ev, araplarda olduğu gibi, yalnız kocaya ait değildi. Karıyla kocanın ortak malıydı. Bu sebeple evin erkeğine ev ağası denildiği gibi, evin hanımına da ev kadını unvanı verilirdi.

Törkünün perisi ocakta barındığı gibi, ak evin perisi de barkta yaşardı. Evin perileri, biri, kocaya, ötekisi karısına ait olarak üzere, iki tane idi. Birinciye öd ata, ikinciye öd ana derlerdi. Gelin, her sabah, bir parça tereyağını ocağa atar, öd ata, öd an diye dua ederdi.

Ocağın sağında damat sonulda gelin otururdu. Sağda kısrak memeli, solda inek memeli olmak üzere iki totem vardı. Sağdakine ev sahibinin kardeşi, soldakine ev sahibesinin kardeşi, soldakine ev sahibesinin kardeşi denilirdi. Bunlar koca ile karısının totemleri idi.

Eski Türklerde, eşik de kutsaldı. Yabancı bir adam eşiğe basarsa çarpılırdı. Evlerin saldırıdan korunması kuralı eşiklerin bu kutsallığında dini bir yaptırım bulmuştu.

5) Türk feminizmi: Eski Türkler, hem demokrat, hem de feminist idiler. Zaten demokrat olan toplumlar genellikle feminist olurlar. Türklerin feminist olmasına başka bir neden de eski Türklerce şamanizmin kadındaki kutsal güce dayanmasıydı. Türk şamanları, sihir kuvvetiyle harikalar gösterebilmek için, kendilerini kadınlara benzetmek zorundaydılar. Kazın elbisesi giyerler, saçlarını uzatırlar, seslerini inceltirler, bıyık ve sakalların tıraş ederler, hatta gebe kalırlar, çocuk doğururlardı. Buna karşılık, toyonizm dini de erkeğin kutsal kuvvetinde, kut’unda görünürdü. Toyonizm ile şamanizmin değerce eşit olması, hukukça erkek ve kadının eşit tanınmasına neden olmuştu. Hatta her işin gerek toyonizme, gerek şamanizme dayanması gerektiğinden her işe ait toplantıda, kadınlar erkeğin beraber bulunması şarttı. Mesela, halkın sorumluluğu hakan ile hatunun her ikisinde ortak olarak ortaya çıktığı için, bir talimat yazıldığı zaman, hakan emrediyor ki ibaresi ile başlarsa ona boyun eğilmezdi. Bir emrin kabul edilmesi için, mutlaka hakan ve hatun emrediyor ki sözü ile başlaması gerekti. Hakan, tek başına, bir elçiyi huzuruna kabul edemezdi. Elçiler, ancak, sağda hakan ve solda hatun oturdukları bir zamanda, ikisinin birden huzuruna çıkardı. Şölenlerde, kenkeşlerde, kurultaylarda ibadetlerde ve törenlerde savaş ve barış toplantılarında hatun da mutlaka hakanla beraber bulunurdu. Kadınlar, örtünmeğe ait hiç bir şarta bağlı değillerdi. Hakanın hükümette ortağı olan hatuna Türkan unvanı verilirdi. Hatun, hakan sülalesinde bütün prenseslerin ortak unvanı idi. Türkan’ın da mutlaka hatunlardan olması gerektiğinden ona da sadece hatun denilebilirdi.

Eski Türklerde, eş (karı) yalnız bir tane olabilirdi. Emperyalizm devirlerinde hakanların ve beylerin, bu gerçek eşten başka kuma adıyla başka illere mensup odalıkları da bulunabilirdi. Fakat, bu kumalar, gerçek eş niteliğinde değildirler. Türk töresi, bunları, resmen eş tanımazdı. Bunlar şer’i bir hile ile, ailenin içine girmişlerdi. Kumaların çocukları öz annelerine anne diyemezler, teyze diye çağırırlardı. Anne hitabını, yalnız babalarının gerçek eşine söyleyebilirlerdi. Aynı zamanda, kumaların çocukları mirasa da giremezlerdi. Kumaların oğulları- babaları hakan olsa bile- asla hakan olamazlardı. Kumaların, hatunlardan farklı şudur ki, kumalar, hakanın kendi ilinden değildiler. Hatun ise, hakanın kendi ilinden idi. Kuma, çin prenseslerinden ise, Konçuy adını alırdı. Konçuy, diğer kumalardan önce gelirdi. Fakat konçuyların üstünde de hatun vardı. Moğol devrinde, hatunların sayısı da çoğalmağa başladı. Fakat bunlardan yalnız bir tanesi Türkan yani melike konumunda bulunurdu.

Eski Türklerde kadınlar, genellikle amazon idiler. Binicilik, Silahşörlük, kahramanlık, Türk erkekleri kadar, Türk kadınlarında da vardı. Kadınlar, doğrudan doğruya, hükümdar, kale muhafızı, vali ve elçi olabilirlerdi.

Sıradan ailelerde de ev, ortak olarak, karıyla kocanın ikisine aitti. Çocuklar üzerindeki velilik hakkı baba kadar, ana ya da aitti. Erkek her zaman karısına sayı gösterir; onu arabaya bindirerek, kendisi arabanın arkasından yürürdü. Şövalyelik, eski Türklerde genel bir karakter idi. Feminizm de, Türklerin en önemli ilkelerinden biri idi. Kadınlar malları kullanma hakkına sahip oldukları gibi, dirliklere, zeametlere, haslara, malikanelere de sahip olabilirlerdi. Eski kavimler arasında, hiçbir kavim Türkler kadar kadın cinsiyetine hak vermemişler ve saygı göstermemişlerdir. Ana soyunda baba soyunun eşitliği “soy” bölümünde anlatıldığından, burada tekrarına gerek yoktur.

Kaynak: Türkçülüğün Esasları – Ziya Gökalp, Toker Yayınları, 2002

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski