Osmanlı insanı “BAŞKALARI İÇİN YAŞAYANLAR, ALLAH İÇİN YAŞAYANDIR” ilkesini benimseyen bir topluluktur.
Osmanlı Devleti adalet, merhamet, hoşgörü temelleri üzerine kurulmuştur. İnsana hizmeti Allah’a hizmet sayarak ‘’Başkaları için yaşamak, Allah için yaşamak’’ şuuru içerisinde “İnsanı yaşat ki, Devlet yaşasın” ilkesini benimsemiş, yaşamış ve yaşatmıştır. Kalbindeki imanı ile yaradandan ötürü sevmiş ve sevilmiştir. Hayatlarını bir yaşam rehberi, bir mutluluk reçetesi olan Kuran-ı Kerimim nurlu ışıkları ile yıkamış, onun buyrukları doğrultusunda, alemlere rahmet olarak indirilmiş Sevgili Peygamber S.A.V Efendimizin, yaşamının kendilerine örnek almıştır. Muhittin Arabi Hz. Ashab-i Kiram Hazeratından sonra İslamı yaşayan Osmanlı yeryüzünde bitmedikçe kıyamet kopmayacaktır’’ müjdesini alan mutluluk kervancılarıdır.
Osmanlının genel karakter yapısında, Allah’ı sevmek, Allah için hizmet etmek, mazlumun yanında, zalimin karşısında Kavm-i Necip olarak nitelendirilen huzur ve mutluluğun, medeniyet mimarlarıdır. Onlar sevgiyi sevgiliden alıp, sevgiliye taşıyan gönül akıncıları, mutluluk elçileridir.
Üstün zekaları, kabiliyet ve yetenekleri ile birleştirdikleri, ilah-i aşkın yeryüzünde yayılması ve yaşanmasında sancaktar olmuşlardır.
Osmanlı insanı vaakur, merhametli, dürüst, edepli, ahlaklı, faziletli, adaletli, zarif, hayırsever, cömert, güvenilir ve sadakatlidir. Hayırlarda yarışmışlar. Kervansaraylar, hanlar, hamamlar, imarethaneler, hastaneler, çeşme, cami, köprüler yaptırmışlar. Gittikleri ülkelerin imar ve ıslahı için hizmet götürerek mamur ve bayındır hale getirmişlerdir. Yaptıkları her işte insanlık adına en derin hassasiyetlerini göstermiş ve öksüz ve yetimin duasını almışlardır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında Osmanlı medeniyetinin üç kıtaya yayılmasında, devletin dünya devleti olmasında, Osmanlı kadınında çok büyük bir rolü vardır. Mekan ve zaman içerisinde geniş bir yelpazeye sahip olan Osmanlı kadını içerisinde Harem, Kırsal kesim, köy, kasaba ve şehirlerdekilerin yanı sıra müslim, gayri müslim, Arabi, Acemi, Rumu, Ermenisi ve Türkmenleri ile iç içe yaşamış ve birbirleri arasında sosyal ve ekonomik olarak sevgi saygıya dayalı bir komşuluk ilişkileri oluşturmuşlardır.
Osmanlı kadını, zarafet ve inceliğini edebi ile bütünleştirerek sadık bir eş, evlatlarına iyi bir öğretmen
olmuştur. Ailenin hep bir arada yaşadığı ve büyüklerin baş tacı
edildiği bir ortamda büyükten küçüğe aktarılan bir eğitim söz konusudur.
Büyükler evde her zaman söz sahibi, Osmanlı kadını yüksek sesle
konuşmaz, yürürken bile ayak seslerinin duyulmaması için zarif ve sessiz
hareket eder, mutluluğunu ve hüznünü başına taktığı bir oya ile ifade
eder, onun taktığı oyasına göre ailenin büyükleri ona yardımcı olur. O
kadar incedir ki Osmanlı kadını komşularının veya yoldan gecenin
kendilerini rahatsız etmemelerini istediği zaman penceresinin önüne
çiçek koyar. Sarı
Çiçek bu evde hasta var Ey! Yoldan gecen
dikkat et veya kırmızı açan bir çiçek koyulmuşsa yoldan gecenin bu evde
genç kız var, küfür etmeyesiniz anlamını vermiştir.
İncitmeden, kırmadan toplum hayatının kurallarını koymuşlar, huzurun sağlanması yanında hal ve tavırları ile kıymet ve değer kazanmışlardır.
Osmanlı kadını, etrafındaki komşularının ve fakir fukaranın, Kandillerde lokmasını, bayramlarda tatlılarını, doğumlarda loğusa şerbetini, cenazelerde yemeklerini, asker uğurlamada, düğünlerde komşuları ile birlikte olup, kaynaşmanın hüznü ve mutluluğunu paylaşmıştır.
Osmanlıda kadını harem, şehirli ve kırsal kesim kadını olmak üzere nitelendirebiliriz.
Harem halkı “Sultan unvanını taşıyanlar valide sultan, haseki sultan, şehzadeler ve sultan kızlar” haremde bulunan idareci- eğitici kadrosunda ve hizmetli grubundan oluşurdu.(1) Padişahın özel hayatını sürdürdüğü Harem-i Humayun aynı zamanda Enderun kısmı ile erkeklerin, Harem kısmı ile hanımların eğitim gördüğü bir mekan idi. Her iki bölümde de ilerlemenin şartı, liyakat ve zeka idi. Hareme alınan cariyelerin saygı görgü ve kuralları, terbiye ve nezaket konusunda bilgi sahibi olmaları amacıyla eğitilirdi. Harem de kadınlar okuma yazma, nakış, dikiş, örgü, yemek yapmak sosyal ve beşeri ilişkiler ile ilgili eğitim alırlardı.(2)
Harem hiyerarşi içerisinde eğitim süresi sekiz yıllık bir eğitimden oluşurdu. Her kademede başarılı olanlar, bir üst sınıfa geçerlerdi. Kitap okumak, okunan kitaplar hakkında sohbet ederek görüşürlerdi. Özellikle Tarik kitapları yanında yetenekli olanlar musikiye aşina olanlarda vardı.
Padişah kızlarının eğitimine kendi anneleri, dadı ve kalfalar uğraşırdı. Okuma çağına geldiklerinde padişahın emri ile derse başlarlardı. Kuran-ı Kerim okuma, Arapça, Farsça derslerinin yanında, matematik, tarih, coğrafya dersleri verilirdi.(3)
Haremde her türlü eğitimi alan genç kadınlar, Enderunda eğitim almış beylerle evlendirilip, sağlam ve eğitimli aileler oluşturulduğu gibi devletin üst kademesinde de görev alırlardı.
Osmanlıdaki sadece haremdeki kadın değil, Anadolu kadını da hukuki, sosyal ve ekonomik alanlarda haklarını kullandığını görmekteyiz. İslam hukukunun uygulandığı Osmanlı devletinde evlenmelerinde kadı huzurunda yapılması, yazılı hale getirilmesi ile kadınlar güvence altına alınmaktaydı. Evlenecek olan kızın rıza göstermesi şartı aranmıştır. Ayrıca evlenecek olan taraflar ile ilgili araştırma yapılır, şartlar uygun ise bu evliliğe müsaade edilirdi. Osmanlı Devletinde kadınlar evlenme, boşanma ve miras konusunda mahkemeye başvurabilirlerdi.(4)
Osmanlı toplumunda yapılan şeriyye sicillerinin incelenmesinde büyük bir çoğunluğunda çok eşliliğin olmadığını ve hoş karşılanmadığına rastlamaktayız.(5)
Kırsal kesimde kadınların arasında Kuran-ı Kerim okumaları nedeniyle okuma oranın yüksek, yazma oranın düşük olduğu anlaşılmıştır.
Kadınlar ekonomik hakları bakımından tıpkı erkekler gibi eşit hakları sahiptirler. Toplumda kadının iktisadi faaliyetlerinin bir yönüde tarımın başlıca gelir kaynağı olmasından dolayı ekim, biçim, hasat ve satış konularında erkeklerle aynı, kimi zaman önde olmuşlardır. Kırsal kesim kadını daha anaerkil bir yapıyı sürdürmektedir.
Şehirlerde yaşayan kadınlar ise kendi el emeklerini değerlendirerek duyurmuşlardır. Dokumacılık, ip eğirme, örgücülük gibi işlerde çalışmışlar.
Osmanlıda, harem, şehirli ve kırsal kesiminde yaşayan kadınlar sosyal ekonomik şartlarına göre ortak özellikleri yardımlaşma ve dayanışmanın örneğini oluşturur.
“Çıplak milleti giydirmek, Aç milleti doyurmak” ifadesiyle Türk ve İslam Devletlerine Vakıflar vasıtasıyla toplumun ihtiyacının karşılanması şeklinde olmuştur. Toplumda hiçbir zorlama ve dayatma olmaksızın sahip oldukları imkanlardan diğer insanları faydalanmaları için cami, mescit, hamam, okul, köprü, medrese, kütüphane ve sebilleri Anadolu’nun her köşesine nakşedilmesine büyük rol oynamışlardır. Yoksul kızların çeyizlerinin ve düğünlerinin yapılması, okul çocuklarına gıda elbise, yakacak yardımı, yoksulların gözetilmesi yiyecek yardımı, borçluların borçlarının ödenmesi, mahallerden köylere kadar su ihtiyacının sağlanmıştır. (6)
Osmanlı toplumu bir bütün olarak sosyal yaşam, kültürel ve sanatsal alanda medeniyetlerin şahikasına ulaşmıştır. Mimarisinden, mutfak kültürüne, el sanatlarından, musikisine, eğitiminden, çevre düzenlemesinden, temizlik anlayışı ile günümüz medeniyetinin çok ilerisindeydi. Osmanlı kadını bütün olarak bu yelpazenin içerisinde bulunmuştur.
Bütün bu incelik ve merhametin özünde Allah sevgisi ve onun rızasını kazanmak vardır. Bilirler ki, Rabbin sevgilisi olmak ancak onun çok sevdiği ve severek yaratttığı ve kendinden bir ruh üfürdüğü, yeryüzüne halife kıldığı insanın rızasından ve mutluğundan geçer, asıl olan insandir. Kendinin hiçliğinde başkalarını var etmek vardir.
Geçmişimizden günümüze taşıyabileceğimiz bu kutsal meziyetlerimizin pek çoğunu kaybetmeye veya kaybettirilmeye başlanmasına rağmen, yaşanmış ve başarıya ulaşmış olan bu güzellikleri tekrar sarıldığımızda sulh ve sükun içerisinde insanlar, toplumlar ve devletler olacaktır.