Anadolu’da Bir Kadın Teşkilatı : Bacıyan-ı Rum
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda, Türk unsurların ne türden fedakarlıklar yaptıkları ve nasıl insanüstü bir gayret sarfettikleri, bugünden bakılınca daha da netlik kazanıyor. Adeta ”kellelerini koltuklarına alarak” Anadolu’nun yeniden İslamlaşması ve Türkleşmesi için çaba sarfeden pek çok Teşkilâtın içinde biri var ki, bir yönüyle benzerlerinden kesin olarak ayrılıyor:Bâcıyân-ı Rûm. Fatma Bacı isminde ve Hacı Bektaş-ı Veli hazretlerine yakınlığı ile bilinen tasavvuf ehli bir kadının önderliğinde kurulan bu kadın Teşkilâtı, özellikle İslamlaştırma çalışmalarına aktif olarak katılması ve asker Teşkilâtında kilit roller üstlenmesiyle, modem anlamda bir ”sivil inisiyatif örgütünün” belki de en sağlam örneklerinden birini teşkil ediyor. Bâcıyân-ı Rûm, Anadolu’da faaliyet gösterirken o dönem Avrupa’sının, kadınlarını engizisyon mahkemelerinde susturmayı marifet zannetmesi de ayrıca şayan-ı dikkattir.
Türk tarihinde ilk kez Âşıkpaşazâde’nin XIII. yüzyıl Anadolu’sunda varlığından bahsettiği Bâcıyân-ı Rûm (Anadolu Bacıları) Teşkilâtı, tarihimizin en ilginç konularından biridir. Âşıkpaşazâde, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda rolleri olan dört taifeden bahsederken, “… ve hem de bu Rûm’da dört taife vardır: Kim misafirler içinde anılır biri Gaziyân-ı Rûm ve biri Abdalân-ı Rûm ve biri Bâcıyân-ı Rûm ve biri Ahiyân-ı Rûm…” şeklinde sıralamış, üçüncü sırada Anadolu Bacıları Teşkilâtından bahsetmiştir. Müellif devamla, “…imdi Hacı Bektaş, bunların içinden Bâciyân-ı Rûm’u ihtiyar etti kim Hatun Ana’dır anı kız edindi…” diye kaydeder. Âşıkpaşazâde, bu Teşkilât ile ilgili kitabının sadece bir yerinde bahsediyor, fazla bilgi vermiyor.
* * *
Âşıkpaşazâde’nin haber verdiği bu zümre üzerinde ilk defa Alman müsteşrik Fr. Taeschner durmuştur. Taeschner,
O günün toplumunda kadınların bir Teşkilât kurmuş olabileceğini o kadar imkansız görmüştür ki, bunun bir istinsah hatası veya yanlış anlama sonucu ortaya atılmış olduğunu kabul etmiştir. Ona göre Hacıyân-ı Rûm (Anadolu Hacıları) veya Bahşiyân-ı Rûm (Anadolu sihirbazları veya ruhbanları) tabirleri bir yanlışlık sonucu Bacıyân-ı Rûm olarak yazılmıştı. Ancak bunun böyle olmadığı sonraki araştırmalarla anlaşılmıştır.
İlk defa F. Köprülü, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda içtimai teşekküllerin rolünü incelerken, Âşıkpaşazâde’nin ”Bâcıyân-ı Rûm” diye adlandırdığı zümre hakkında verdiği bilgileri Bektaşi rivayetleri ve başka kaynaklarla da teyit ederek hakikaten Ortaçağ Anadolu’sunda kadınlar tarafından kurulmuş bir sosyal zümrenin varlığına dikkatleri çekmiştir. Ancak F. Köprülü, bu Teşkilâtın mahiyeti ve çalışmaları hakkında bir bilgi vermemiştir.
F. Köprülü’den 60 sene sonra Mikail Bayram, Anadolu Bacıları Teşkilâtı hakkında ilk çalışmayı yaparak, bu kuruluşun teessüsü, mahiyeti, çalışmaları ve sosyal fonksiyonları hakkında çeşitli bilgiler vermiştir. M. Bayram’ın söz konusu Teşkilât hakkındaki eserinde dayandığı kaynaklar tartışılsa da şu ana kadar konuyla ilgilenen olmadığından, tarihimizin muğlak kalmış bu hususu için önemli bir çalışma olduğu ortadadır.
Türkler’de kadın
Türk tarihine bakıldığına kadınların her dönemde içtimaî ve siyasi
mevkileri açısından önemli bir konumda oldukları görülmektedir. Hunlar,
Göktürkler, Uygurlar ve Oğuzlar’da hükümdar eşleri de hakanlar gibi
soylu bir boydan seçilirlerdi. Kağanların yanında kendilerine daha
sonra hatun ünvanı verilmek suretiyle her konuda söz sahihi idiler.
İtibarları Türkler Müslüman olduktan sonra da devam etti. Karahanlılar,
Harzemşahlar ve Selçuklular tarihi bunun misalleri ile doludur.
Aralarında devlet siyasetine yön verenler, devlet reisliği yapanlar ve
naip olarak devleti idare eden hatunlar vardı. İbn Batuta’nın verdiği
bilgiler, Ö. L. Barkan’ın araştırmaları, Danişmendnâme, Dede Korkut ve
Menakıbnâme gibi eserler, Anadolu’da kadınların çok önemli siyasi,
askeri ve sosyal faaliyetlerde bulunduğuna dair örneklerle doludur.
Hatun Ana ya da Kadıncık
Âşıkpaşazâde, verdiği az bilgi içerisinde Hacı Bektaş’ın Bacılara yakınlığından ve bunların ileri gelenlerinden olduğu anlaşılan Hatun Ana ‘ya bağlılığından da söz etmektedir. Bu arada Hacı Bektaş’ın gizli ilim ve kerametlerini bu Hatun Ana’ya gösterdiğini, nesi varsa ona emanet ettiğini bildirmektedir. Hacı Bektaş’ın ölümünden sonra onun mezarını yaptırdığını da yazan müellif, ” …Abdal Musa dirlerdi bir derviş vardı Hatun Ana’nın muhibbi idi ol zamanda şeyhlik ve müridlik fariğlerdi Hatun Ana o1 azizin üzerine mezar itti geldi bu Abdal Musa bunun üzerinde bir nice gün sakin oldu Orhan Gazi devri geldi gazalar etti… ” ifadesiyle Hatun Ana ile Abdal Musa arasındaki ilgiyi belirtmektedir.
Hacı Bektaş’ın menakıbnâme’sinde de bu Bacı’nın adı ”Fatma Bacı”, ”Fatma Ana” ”Kadıncık Ana” ”Kadıncık” olarak sık sık geçmektedir. Vilayetnâme’de “Hünkar Hacı Bektaş Veli, Rûm ülkesine yaklaşınca es-selamu aleykum Rûm ‘daki erenler ve kardeşler diye selam verdi. Bu sırada Rûm ülkesinde 57 bin Rûm ereni sohbette meclisteydi. Hünkarın selam verdiği Fatma Bacı ‘ya malum oldu Fatma Bacı ayağa kalkıp hünkarın bulunduğu tarafa döndü, elini göğsüne koydu, üç kez aleykümüs-selam dedi yerine oturdu” kaydı vardır.
Bu Fatma Bacı, Âşıkpaşazâde’nin bahsettiği Hatun Ana olmalıdır ki Vilayetnâme’de daha sonra Sulucakaraöyük’te Hacı Bektaş’ın Kadıncık Ana’nın evinde yerleştiği ve her taraftan muhip müritleri gelip ıhtırılmaya başlandığı kaydedilir. Âşıkpaşazâde’de geçen Abdal Musa, Kadıncık Ana’nın mürididir. Vilayetnâme bize Kadıncık’ı erenlerin anası olarak takdim eder. Gerek Âşıkpaşazâde Tarihi gerek Vilayetnâme, her İkisinden çıkan sonuç, adı geçen dönemde Fatma Bacı’nın liderliğinde kadınlardan oluşan bir sosyal teşekkülün varlığıdır. Hacı Bektaş ve Bektaşiler hakkındaki menkıbelerden XVI. yüzyılda Âlî’nin Künhü’l-Ahbâr ve Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde bahsedilmesi Âşıkpaşazâde’nin Hacı Bektaş hakkında verdiği bilgilerin doğruluğunu göstermektedir.
Ahiliğin devamı mı, bir tasavvuf halkası mı?
Mikail Bayram, Vilayetname’ de adı geçen Fatma Bacı’nın Anadolu Bacıları Teşkilâtı’nın bilinen ilk lideri olduğunu öne sürerken bazı karinelerle tarihi olguları da birleştirmiş görünmektedir. Tarihçi özellikle Menâkıb-ı Şeyh Evhaduddin Kirmanî’ye dayanarak Bacılar’ın Ahilerin kadınlar kolu olduğunu öne sürmekte, Fatma Bacı’nın da Ahi Evren’in eşi olduğunu iddia etmektedir. Daha önce de O. Turan, Bâcıyân-ı Rûm’un Ahilerle ilgili olabileceğini düşünmüşse de bunu destekleyecek bir şey belirtmemiştir. Ahilerin çok çeşitli fonksiyonları olan bir Teşkilat olduğu bugün artık bilinmektedir. Ancak Bacılar Teşkilâtı için bunu söylemek henüz erken gibi görünmektedir. Keza M. Bayram, Bacılar’ın da Ahiler gibi aynı fonksiyonları kadınlar arasında icra eden bir kuruluş olduğunu iddia etmesine rağmen, eserinin sonlarına doğru şunu da ifade etmiştir; “bir bakıma Bâcıyân-ı Rûm belki bir tarikatın kadın müritlerinin meydana getirdiği bir cemaattir demek daha doğu olur inancındayız. Bu cemaatin haliyle kadın mürşitleri ve şeyhleri olacaktır işte Fatma Bacı (böyle) bir mürşit idi” sözleri, Teşkilâtın mahiyeti hakkında kesin bir hükme varamamış olduğunu göstermektedir.
Cengâverim, pirim Hacı Bektaş
Anadolu Selçukluları zamanında ortaya çıktığı anlaşılan Anadolu Bacıları’nın, kesin olarak ne zaman ve kim tarafından kurulduğu tespit edilememiştir. O zamanın sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasi şartlarının tabii bir sonucu olarak doğmuş ve Anadolu Ahileri’nin sanki kadınlar koluymuş gibi bir görünüm de arz etmektedir. Ahiler, Uç bölgelere göç ettikten sonra Bacıların da bu bölgelerde yoğun faaliyetlerde bulunduklarını görmekteyiz. Niğdeli Kadı Ahmed de Niğde ve çevresinde Taptuklu Türkmen kadınlardan ve faaliyetlerinden bahsederken yine bu Bacıları kastetmiş olmalıdır. Nihayet F. Köprülü, Anadolu Bacıları’nın sırası gelince müsellah ve cengaver olan bir kadınlar Teşkilâtı olduğunu katiyetle belirtmekte, hatta Bektaşilerin piri Hacı Bektaş Veli’nin bunlarla münasebetini de teyit etmektedir.
A. Yaşar Ocak da Bektaşilerle ilgili makalesinde Abdal Musa’dan bahsederken, Fatma Bacı’nın Anadolu Bacıları Teşkilâtından olduğuna şüphe bulunmadığını belirtmektedir. S. Divitçioğlu da Anadolu Bacıları’nı Anadolu Abdalları (Horasan Erenleri) içerisinde incelemektedir. Ona göre Anadolu Abdallarının piri Hacı Bektaş Veli, Anadolu Bacıları’nın piri de Fatma Bacı’dır. “Anadolu Abdalları ile Anadolu Bacıları heterodoks inançlar çerçevesinde kendilerini Tanrıya adamış baba, derviş, şeyh, fakir ve hacı diye adlandırılan din adamlarıyla onların erkek ya da kadın müritleridir” ifadesiyle de bunların Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında Anadolu Abdal1arı (Abdalân-ı Rûm) ile beraber dini işlevleri yöneten dini-tasavvufi bir zümre olduğunu öne sürmektedir.
İslamlaştırma etkisi
XIII. Yüzyıl Selçuklu Anadolu’sunun içinde bulunduğu buhranlı yıllar göz önüne alınırsa bu kuruluşun önemi daha da iyi anlaşılır. Kuruluş ve çalışma şekli ne olursa olsun öyle anlaşılıyor ki Bacılar Teşkilâtı, toplum içinde boşluğu ve eksikliği duyulan bir konuda, kadınların organizasyonu konusunda düşünülerek ortaya çıkmış bir Örgüttür. Şüphesiz bu kuruluşta yer alan kadınlar, taraftarlarını belli bir amaçla eğitime tabi tutuyor, onların daha sağlam bir milli ve dinî bünyeye kavuşmalarını sağlıyordu. Eğitim ve propaganda faaliyetleri kimsesiz, yoksul, hasta ve yaşlı kadınlar ile sosyal ve ekonomik münasebetler kurularak gayri müslimlerin arasında yapılmışsa bunun bu kadınlarını arasında ihtidalara sebep olmuş olacağını düşünmek gerekir. Kaynaklar bize bu tür münasebetlerin İslamlaştırmaya etkisini gösteren pek çok örnek sunmaktadır.
Orta Asya’dan Anadolu’ya taşınan el sanatları
Bacıların içtimaî hayattaki faaliyet sahasından biri de örgütçülük, dokumacılık ve el sanatlarındaki çalışmalarıdır. Geleneksel Türk kadın el sanatlarının ne kadar çeşitli, kaliteli ve yüksek değerde olduğu çok iyi bilinen bir husustur. Çadırcılık, keçecilik, boyacılık, halı ve kilimcilik, dokuma ve örgücülük, nakışçılık ve çeşitli kumaşların imal edilmesi ve bunlardan giysi yapılması bütün bu sanat kollan Türk kadınlarının meşgul oldukları iş alanları olmuş, Asırlarca nesilden nesile nakledilmiştir. Bu zikrettiğimiz konularda Türk zevk ve renk arılayışının Orta Asya’nın izlerini taşıdığı ve bu hususun Anadolu’da devam ettiği gerçeği yerli ve yabancı sanat tarihçileri tarafından ifade edilmektedir. Dolayısıyla Anadolu Selçukluları Zamanında da bütün bu sanat kollarının mevcut olduğundan şüphe yoktur.
Ahilikte olduğu gibi Bacılar da sanatların gelenek halinde sürdürmüşlerdir. Bu geleneği Bacılar kendi aralarında bir şiar olarak devam ettirmişlerdi. Keza bütün bu faaliyetler, bir sanat ve meslek dalı olarak Anadolu Bacıları’nın mabeyninde inkışaf etmiştir.
Bacılardan kalma akbörk
Âşıkpaşazâde, Bektaşilerin; yeniçerilerin başlarına giydikleri tacın (akbörk) Bektaşilerin olduğu konusundaki iddiayı ret etmekte, sonra da bu akbörkün Orhan Gazi zamanında Bilecik’te ortaya çıktığını Bektaşilerin bu akbörkü giymelerinin sebebini bir Bektaşi şeyhi olan Abdal Musa ‘nın yeniçerilerle savaşlara katıldığını ve yeniçerilerden bir akbörk alıp giydiğini, Sonra vilayetine (Kırşehir) bu akbörkü ile dönüp “gazilerle birlikte savaşlara katıldım” diye övündüğünü yazmaktadır. Âşıkpaşazâde, Bektaşilerin Abdal Musa’ya bu börke ne ad verildiğini sorduklarında o da “buna bükme elif tacı derler”dediğini de sözlerine eklemektedir.
Abdal Musa’nın Fatma Bacı’ya yakınlığı bilinmektedir. Fatma Bacı’nın Bacılar Teşkilâtı’nın ilk kurulduğu yer olan Kayseri’de Külahduzlar mahallesi’nde bulunduğu ve Bacılar’ın burada örgü ve dokumacılık yaptıkları nakledilmektedir. Kayseri’deki bu mahallenin Moğollar tarafından yakılıp yıkılmasından sonra Kırşehir’e giden Fatma Bacı’nın burada da aynı sanatı devam ettirmiş olacağı tabiidir. Dolayısıyla Abdal Musa’nın başındaki akbörkün (bükme elif tacı) Bacılar’ın Kayseri ve Kırşehir’deki Külahduzlar mahallesi’nde imal ettikleri külahlardan olduğu anlaşılmaktadır. Böylece Yeniçerilerin börklerinin menşei aydınlanmış oluyor. Bilindiği üzere Moğolların Orta Anadolu vilayetlerinde Türkmen ve Ahi topluluklarını takibata Uğratması neticesinde Ahiler’in ve Türkmenler’in Uç bölgelerine doğru hareket etmelerine yol açmıştı. Şüphesiz Bacılar da onlar gibi Uç bölgelere gidip faaliyetlerine buralarda devam etmişlerdir.
Eflaki de uç Beyi Mehmed Bey’den bahsederken bu akbörkleri kastederek şimdi giyilen beyaz külahların bu Mehmed Beyin icadı olduğunu ileri sürmektedir. Yine Eflaki’nin, Muhammed-i Begi Uç hakkında verdiği bilgilerden bu zatın Kayseri’den Uç Bölgelere gitmiş olduğunu öğreniyoruz. Dolayısıyla Eflaki’nin bu açıklaması da Yeniçerilerin giydikleri Akbörkün menşeinin Kayseri’ye dayandığını doğrulamaktadır.
Bu açıklamalardan sonra Bacılar’ın sadece külah değil, diğer giyim eşyalarını da imal ettiklerini kabul etmek gerekmektedir. Yeniçerilerin sadece akbörklerini değil, diğer giysilerini de Bacıların imal ettiğine kesin gözüyle bakılabilir. Böylece Osmanlıların kuruluş dönemindeki askeri kıyafetlerin (üniforma) bacıların eseri olduğu ortaya çıkmaktadır.
Ahilikte erkeklere ”eline-beline-diline sahip ol” öğüdü verilirken, Bâcıyân-ı Rûm Teşkilâtı da kadınlara “aşına-işine-eşine sahip ol”öğüdü verilmiştir. Böylece Osmanlı Anadolu’sunda aile temeline dayalı sağlam bir cemiyet hayatı oluşuyordu.
İskân
Anadolu Bacıları iskân faaliyetlerinde de bulunarak bu amaçla, Ahiler gibi, çeşitli zaviyeler açmışlardı. Ö. L. Barkan, Kolonizatör Türk Dervişlerinde Bâcıyân-ı Rûm mensubu kadınların da zaviye tesis ettiklerini ve bu suretle iskan vc kolonizasyon faaliyetlerine katıldıklarını belirtmiştir. Kanuni devrine ait Defterî Hakanî kayıtlarında, 718 no.lu menteşe defterinde 63, 74, 32, 81 no.lu belgeler “Kız Bacı”, Sakarî Hatun”, “Hacı Fatma Zaviyeleri” gibi hatun zaviye şeyhlerinden örnekler verilmektedir. Müellif XV1, yüzyıla ait bu belgelerden adı geçen zaviyelerin faaliyetlerinin devam ettiğini gösterirken, işte asıl XIII. Asırda Bâcıyân-ı Rûm mensuplarına ait bu zaviyelerin o zaman için ne kadar faal ve önenli bir fonksiyon ifa ettiğini ortaya koymaktadır. Bu zaviyeler vasıtasıyla kadın Türk dervişleri ordularla birlikte hatta onlardan daha evvel fütuhata çıkmış ve karşı tarafı daha evvel manen fethetmiş bulunmaktadır. Keza Ö. L. Barkan. adı geçen makalesinde, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında bu zaviyelerin çok önemli misyon üstlenen müesseseler olduğunu vurgulamaktadır.
Şüphesiz Anadolu’nun İslamlaştırma ve Türkleştirme faaliyetlerinden bahsederken Türkmenlerin kurmuş olduğu müesseselerin ve bu arda Bâcıyân-ı Rûm’un rolünü kaydetmek gerekmektedir. Zira, Anadolu’nun bir İslam coğrafyası karakterine bürünmesinde erkekler kadar kadınlar da rol almışlardır..