Orta Asya’dan Gelen İnanç: Tengrizm
Orta Asyanın uçsuz bucaksız bozkırlarında yaşayan atalarımızın
inancı, Gök Tanrı = Kök Tengri inancıdır. Eski Türkçede Tanrı sözcüğü
Tengri biçiminde söylenirdi (ayrıca Tengri sözcüğü, gök anlamına da
gelirdi). Eskiden Kök olarak söylenen gök sözcüğünün ise Eski Türkçe’de
üç anlamı vardı: Biri bugünkü kullandığımız anlamı ile gök, gökyüzü;
biri, yine bugünkü kullandığımız anlamı ile mavi renk; biri de, bugün
kullanmadığımız anlamı ile ulu, yüce, kutsal. İşte Kök Tengri/Gök Tanrı
deyiminde geçen kök/gök sözünün taşıdığı anlam ulu, yüce, kutsaldır.
Buna bağlı olarak da, Kök Tengri/Gök Tanrı deyimi Ulu Tanrı, Yüce Tanrı
anlamlarına gelir. Söz konusu olan tek bir yaratıcı Tanrı ve bu tek
Tanrı’ya yapılan saygı dolu bir sesleniştir.
Tengricilik bugünkü panteizm yani Evrentanrı inancı tabanlıdır.
Köklütengri yani kökümüz olan bütün, şeklinde yaklaşılır. Buradaki kök,
zamanla gök kelimesine dönüşen gökyüzü-uzay-kozmos kombinasyonudur.
Göğün ve yerin toplam yedi kat olduğuna (bir yerden tanıdık geldi mi?) inanılan bu din kitaplı dinlerden değildir; Şamanizm etkileri görülür fakat Şamanizm’den önemli ayrılıkları da vardır.
Tengriciliğin esaslarına bakarsak:
Umay, Erlik Han, ve Ülgen, köktengri’nin özel melekleri olarak kabul edilebilir.
Tengricilikte , doğaya çok önem verilir. Doğada bir dengenin olduğuna, bu dengenin değiştirilmesi durumunda insanların ve diğer canlıların zarar göreceklerine inanılır.
Tengricilikte, hayvanların ve bitkilerin ve doğadaki tüm varlıkların birer ruhu olduğuna inanılır.
Bazı dağlara, ormanlara ve ırmaklara kutsal değerler yüklenir. Örneğin Tanrı dağlarının kutsal olduğu inancından dolayı Türk büyüklerinin ölümünden sonra mekanının Tanrı Dağları olması için dua edilir.
Tengricilikte erkeğin toplumdaki statüsü kadınınkinden üstün değildir.
Güneş, ay, ateş ve su, Tengri’nin gücünün sembolleridir. İnsanların gök’e dua ederek elde ettiklerine inandıkları buyan adlı enerji, güneşin göğün neresinde durduğuna bağlı olarak değişir. en fazla buyanın yeni ay ve dolunayda elde edilebildiğine inanılır.
Senenin en uzun gününün yaşandığı ve gündüz ile gecenin eşit olduğu günler, en önemli bayramlardır. Yılbaşı, 21 Aralık’tan sonra gelen ilk yeni ayda, Kızıl Güneş Bayramı 21 Haziran’dan sonra gelen ilk dolunayda kutlanır.
Eski Türklerin kendi öz inançları, tek tanrıcılığa dayanır. Tarihin hiçbir döneminde Türklerin öz dininde birden çok Tanrı olmamıştır. Bugüne değin yapılan arkeolojik araştırmalar da bunu desteklemektedir. Eski Türklerden kalan arkeolojik buluntularda tanrı yontularına ve putlara rastlanmamıştır. Tabii ki, inanç değiştirip de başka inançlara geçen ve Eski Türklerin budunsal(milli) inancı olan Gök Tanrı inancından ayrılanlardan kalan put ve tanrı yontuları konu dışıdır. Çünkü bu ürünler, Gök Tanrı inancının kapsamı dışında oluşturulmuş nesnelerdir. Putçulukta putların, temsil ettikleri varlıkların manevi gücü ile dolu olduklarına inanılır; ama, Eski Türklerde manevi gücün biricik kaynağı Tanrı’dır. Eski Türkler, tüm evreni içeren tek ve ulu yaratıcı Gök Tanrı’nın yontusunu hiçbir zaman yapmamışlardır.
Konuya dilbilim açısından bakarsak da aynı sonuca ulaşırız. Eski Türklerden kalmış yazılı eserlerde, Tengri/Tanrı kelimesinin çoğul ekinin getirilmeden hep tekil biçimde kullanıldığı görülür. Çünkü, Eski Türk düşüncesinde Tanrı tektir ve birden çok Tanrı olduğu düşünülemez; buna bağlı olarak da Tanrı’lar/Tengri’ler kelimeleri Türk kültüründe yer almamıştır.
Yüce Ruh olarak da anılan Tengri’nin yardımcısı olan 3 büyük ruh vardır. Bunlar Umay, Ülgen ve Erlik’tir.
Konuya tarihi ve yaşanmış bir kanıt olarak İbn-i Fadlan’ın anlattıkları gösterilebilir. İbn-i Fadlan 10. yüzyılda Oğuz Türklerini halifenin elçisi sıfatıyla ziyaret eder. Daha o zaman Türkler Müslüman değildi. İbn-i Fadlan’ın anlattığına göre, o çağlarda Türkler haksızlığa uğradıklarında ya da bir zorlukla karşılaştıklarında başlarını yukarı kaldırıp Bir Tengri demektedirler. İlginçtir ki aynı gelenek bugün de sürmektedir. Bugün de Türkler haksızlığa uğradıklarında benzer biçimde, “Yukarıda Allah Var” derler. Ayrıca Ebu Dülef’de (10. yüzyıl) Oğuzlarda put bulunmadığını kaydetmektedir. 13. yüzyıl Uygur Türkleri de Tanrı’nın, insan ya da başka herhangi bir varlık biçiminde tasvir edilemeyeceğini söylemekte idiler. Bunlardan dolayı, Eski ve milli Türk inancında putçuluk yer almamış, putları korumaya yönelik tapınaklar da yapılmamıştır.
Gök Tanrı’nın özelliklerinden söz etmek gerekirse şunlar söylenebilir: Öncelikle tektir, eşi ve benzeri yoktur. Yaratıcıdır; bilinen ve bilinmeyen her şeyi O yaratmıştır. Savaşlarda Tanrı’nın iradesi ile zafere ulaşılır. Buyurur, iradesine uymayanları cezalandırır. İnsanlara kut ve ülüg (kısmet) bağışlar ama bunları layık olmayanlardan geri alır. Canlılara yaşam verir. Ölüm onun iradesine bağlıdır. Varlıklara yaşam verdiği gibi, dilediğinde de onu geri alır.
Geç devirlerde Türkler arasında yayılan şamanlık Türklerin Gök Tanrı inancına dokunamamıştır. Şamanizm hakkında araştırmaları bulunan M. Eliade, Ulu Tanrı söz konusu olduğunda şamanlığın adeta sırıttığını söyler. Yakut Türkleri’nde Gök Tanrı kavramının karşılığı olan Tangara Kayra Han ile şaman pek meşgul olmaz. Zaten şamanlık, Eski Türklerin dini değildir. Türkoloji ile ilgili araştırmaların Altay Türkleri arasında başlamasından ve Altay Türkleri’nin de şaman olmasından dolayı şamanlık, Türklerin eski ve esas dini sayılmıştır ama Altay Türkleri’nin yoğun dış etkiler yaşadığı ve Eski Türklerde şamanizmin bir din inancı olarak yer almadığı göz ardı edilmektedir. Gök Tanrı inancının esasları, eski Çin ve başka kayıtlardan, Orhun Yazıtları ile öteki Eski Türkçe belgelerden az çok belirlenebilmektedir. Büyük Hun İmparatorluğu Kağanı Oğuz Han (Mete), M.Ö. 176 yılında Çin imparatoruna göndermiş olduğu mektubunda kendisini tahta Gök Tanrı’nın çıkardığını, zaferlerini Gök Tanrı’nın yardımıyla kazandığını belirtmektedir. Yine Büyük Hun İmparatorluğu kağanlarından olan Künçin (M.Ö. 160-126), M.Ö. 133’te Çin imparatorunun Ma-i’de kendisine hazırladığı tuzaktan kurtulunca Tanrı takdir buyurduğu için kendini koruyabildiğini söylemiş, bir başka başarısının ardından da Başarısının Tanrı’nın işi olduğunu belirtmiştir. 328 yılında başka bir Türk hükümdarı kazandığı zafer üzerine kollarını göğe kaldırarak Ey Gök Tanrı, Sana şükürler olsun diyerek Tanrı’ya şükretmiştir. Batı Avar Kağanı da, Bizans ile yaptığı bir antlaşmada Gök Tanrı adına and içmiştir. Göktürklerin savaştan önce zafer için Tanrı’ya dua ettiklerini belirten Çin kaynaklarına göre, Tardu Kağan 590 yılında bir savaştan önce atından inerek Tanrı’ya yakarmıştır.
Göktürklerden kalan Orhun Anıtlarına göre Tanrı, evrenin ilk nedenidir, yani yaratıcısıdır. Göktürklerin bir kağanlık kurması O’nun isteği ile olmuş, Türk milletine kağanını O vermiştir. Yani, yazıtlara göre Tanrı, Türk milletinin yaşamı ile yakından ilgilenmektedir.
Türklerde Gök Tanrı’nın çok eski çağlardan beri tek bir ulu varlığı temsil ettiğine dair birçok kanıt vardır. Tanrı, Eski Türklerde manevi tek büyük kudret idi. Bizanslı tarihçi Simokattes, Göktürklerin yir-sub’lara (yer-su’lar; ırmak, dağ, orman vb doğa varlıkları) saygı gösterdiklerini ama yalnızca yerin göğün yaratıcısı bildikleri tek bir Tanrı’ya taptıklarını bildirmektedir. 790 yıllarında Tiflis’li St. Abo, Hazar Türkleri’nin tek bir yaratıcı Tanrı tanıdıklarını söylemiştir. Yine Hazar İmparatorluğu’nun kağanı, Hıristiyanların teslis’e (Tanrı’yı üçleme) inanmalarına karşın kendilerinin tek bir Tanrı’ya inandıklarını kaydetmiştir.
Tanrı sözcüğü, bütün Türk şive ve lehçelerinde ortak olarak vardır. Türkçe’nin temel sözcüklerindendir. M.Ö.’ki Çin yıllığı Shi-ki’de, Büyük Hun İmparatorluğu Kağanı Oğuz Han (Mete) nedeni ile anılan Türkçe Tengri/Tanrı sözcüğü Çince’ye T’ien olarak geçmiştir (Çinliler, Orta Asya’daki Tanrı Dağları’na bu yüzden T’ien-Şan derler). En aşağı 2500 yıllık bir geçmişi olan öz Türkçe Tanrı kelimesi, Moğolca ile birlikte kimi Asya dillerine de yerleşmiştir. Ayrıca Eski Sümer dilinde Tanrı kavramının karşılığı olarak kullanılan Dingir/Tingir sözcüğünün de Tengri sözcüğü ile bağlantısı olmalıdır.
Eski Türklerde Gök Tanrı’ya kurban olarak hayvan kesilirdi. Kurban olarak koç ve aygır geçerliydi. Türklerde insan kurban etme gibi vahşi uygulamalar bulunmadığı gibi, egemen oldukları yerlerde de bu gelenekleri kaldırmağa çalışmışlardır. En makbul kurban olan at kemiklerine Eski Türk mezarlarında sıkça rastlanır.
Hiçbir kam, ritüel Gök Baba’ya, Toprak Ana’ya ve atalara atfetmeden başlamaz. Tengri’nin varlığı, günlük faaliyetlerde evrenin dengesiyle kişisel yaşamın ilintili oluşu açışında hep anılır. Yeni bir şişe içki açıldığında, üsten bir kısım alınıp bir kaba konulur, sonra da dışarıya çıkarılarak Gök Baba’ya, Toprak Ana’ya ve atalara sunulur. Tsatsah olarak bilinen bu ritüel, Moğolistan ve Sibirya dininde hâlâ önemli bir yer işgal eder. Ev hanımları ayrıca aynı şekilde süt ve çay sunarlar, ger ‘in etrafında yürürler ve sıvıyı üç kez dört yöne serperler.
Tengri’nin kaderi tayin etmekteki rolü günlük konuşmalarda (mogol.) Tengeriin boşig (Gök’ün taktiri) gibi sözlerle sürekli anılır. Kadınların, mutfağı ve mutfak eşyalarını temiz tutmaları tembih edilir, çünkü onların kirlenmesine meydan vermek Tengri’ye hakaret addedilir. Bayramlarda ve dağ ruhlarına kurban verildiğinde Tengri’ye adaklar verilir ve dua edilir. Ayrıca kişiye özel bir ritüel olarak acil durumlarda Tengri’ye yapılan özel bir kurban vardır. Yağmur yapma ritüelleri doğrudan Tengri’ye hitap etmektedir ve Tengri ile dağ ruhlarına adanmış Obalarda gerçekleşir. Herkesin Tengri’ye yardım için başvurma hakkı vardır, ancak bir felaket veya güçlü bir ruhun müdahalesiyle denge bozulmuşsa, hastasının Tengri ile bağlantısını veya evrendeki dengeyi tekrar tesis etmek üzere şaman, ruhların gücünü kullanır.
Tengricilik, İslamiyet’in kabulüyle birlikte yok edilmeye çalışılan öz inanç sistemimizdir. Yaptığım araştırmalar sonucu ulaştığım şahsi kanaatim, ilahi dinlerin bile tengricilik üzerine inşa edildiği yönündedir.
Tengricilik çoğunlukla “Şamanizm” ile karıştırılır. Hatta tarih kitaplarında, ansiklopedilerde çeşitli bilgi kaynaklarında Kök Tengri inancı şamanizm ile eş anlamlı olarak kullanılır. Bunun rastgele bir hata olmadığı, bilinçli bir şekilde Tengriizm’in yanlış öğrenilmesi, benimsenmesinin zorlaştırılması gibi amaçlarla yapıldığı barizdir. Esasen Şamanizm de itici/kötü bir inanış değil oldukça akla yatkın, mantıklı, mükemmel bir inanıştır ancak Şamanizm Türklerin öz inanışı değildir. Konuyla ilgili ayrıntılar “Şamanizm” bölümünde ele alınmıştır.
Yapılması gereken tek şey nedir biliyor musunuz? Gökten indiği (Gök tabirine dikkat, Türk inancının özü) dinin ögeleri/felsefesi ile Kök Tengri inancının ögeleri/felsefesini karşılaştırmak. Şayet bilimsel bir şekilde bu karşılaştırmayı yaparsanız hali hazırdaki ilahi dinlerin Şamanizm ve Tengriizm inançları temel alınarak oluşturulduğunu rahatlıkla görebilirsiniz.
Türklerin ilk ortaya çıkışının M.Ö. 6000 yıllarına rastladığını düşünürseniz, yaklaşık 7000 yıl Köktengri inancı çerçevesinde yaşayıp hiçbir dönemde azıtmayan, sapıtmayan bir milletiz. Sadece bu durum bile Tengri inancının ne derece mükemmel/kusursuz bir inanış olduğunun apaçık göstergesidir.
KONU DIŞI : Arap kültürünün Türklere dayatılması sonucunda batıl diye anılmaya başlayan bu muazzam inanç, doğayla bütünleşmeyi temel alır. Toprak ana anlayışı buradan kaynaklanır. Doğa hunharca katledilmeye çalışılmaz. Şimdilerde sözde inanç sahiplerinin doğa düşmanlığına şahit oldukça özümüze dönmenin gereği bir kez daha ön plana çıkıyor.
AYRICA
“Allah Tanrı’nın belasını versin” şeklinde saçma sapan
sözlerle dikkat çekmeye çalışan, tek işi zamanın iktidarından para
koparmak olan sözde şairleri üstad kabul edenler Tanrı/Tengri/İlah/Allah
kelimelerinin anlamlarını mutlaka sağlam bir kaynaktan araştırmalıdır.