Devlet Nedir?
Devlet, toplumun büyümesi ve karmaşık bir yapıya erişmesinin sonucudur. İlk topluluklar, esas itibariyle birer akraba grubu niteliğindeydi. Akrabalık, örgütlenmede ve siyasal fonksiyonlarda topluluğun temelini meydana getirmekteydi. İbni Haldun bu olguyu “asabiyet” olarak kavramlaştırır.
İlk toplulukların yapısında, akrabalık bağlarının yanında, bütünleştirici unsur olarak dinin de önemli bir yeri vardı. Askeri fetihler de, küçük toplulukların büyük topluluklara dönüşmesinde etkili rol oynadılar. Ekonomik ve dini ilişkilerle sağlanan bütünleşmeler, toplumların büyümesine ve siyasi otoritenin oluşmasına katkıda bulundu.
Batı toplumlarının siyasi gelişme süreci çatışmacı bir nitelik göstermiştir. Bu süreç, site devletleri, site devletlerine dayanan imparatorluklar, feodal devletler minkâr bir şekilde çözülemediği için, devletin müdahalesi zorunlu hale gelmiştir.
Devletin Görevleri
Öte yandan sosyologlar, devletin faaliyetlerindeki artış ile sınaî bulguların hacmi arasında yakın bir ilişki olduğunu belirtirler. Bunun en tipik örneği, otomobilin icadıdır. Otomobil icat edildikten sonra, her ülkede çok çeşitli kurumlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Yolların yapımı ve bakımı ile ilgili merkezi düzeyde Karayolları gibi yatırımcı birimler kurulmuştur. Ayrıca, yollarda trafik düzenini sağlayacak polis teşkilatı oluşturulmuştur. Uçağın icat edilmesiyle de benzer örgütlenmeye gidilmiştir.
- Ticari ve sınaî faaliyetler, toplum üzerine ek bir maliyet yüklemektedir. Firmalar üretimde kullandıkları kaynaklara ellerinden geldiği kadar az ödeme yapmak isterler. Bunu, maliyetleri en az düzeye indirmek için yaparlar. Bir fabrikanın, havayı, suyu kirletmesi; çevreye koku ve gürültü yayması, genellikle tazmin etmediği zararlardır. Firmaların sebep oldukları ve fakat çoğu kere tazmin etmediği zararlara dış maliyet ya da “sosyal maliyet” denilmektedir. Piyasada sosyal maliyetlere sebep olan faaliyetleri düzenlemek ya da engellemek devletin görevidir. Bunun gibi içki, sigara ve uyuşturucu vb. maddelerin tüketiminde ortaya çıkan olumsuz dışsallıkların giderilmesi de devletlerin en önemli görevleri arasına girmiştir. Bu maddelere karşı uyarıcı nitelikte broşür, film, bildiri, afiş ve benzeri çalışmalarda öncülüğü devlet yapmaktadır.
- Büyümeyi sağlayan üçüncü faktör, devletin ekonomiyi kontrol etmek istemesidir. Devletin ekonomiyi makro düzeyde kontrol etmek istemesi, ekonominin işleyişinde hayati önem taşıyan anahtar endüstrilere sahip olmayı gerektirmiştir. Devlet bu anahtar endüstrilerde uygulayacağı yatırım ve fiyat politikalarıyla, ekonominin bütününü etkilemeyi amaçlamaktadır. Piyasa üzerindeki devlet denetiminin bir amacı da tekellerle mücadeledir. Çünkü piyasada monopolleşen özel firmalar, tüketiciler aleyhine işleyen bir ekonomik model oluşturabilirler. Devlet, monopolleşmeyi kontrol etmek için piyasaya rakip olarak girmiş ve bu amaçla iktisadi ve ticari işletmeler kurmuştur. Ne var ki devlet, piyasada özel tekellere mani olayım derken, kamu tekellerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
- Devletin ekonomik hayata girmesinin bir sebebi de siyasidir. Devlet bazı ekonomik kuruluşlara sahip olmakla toplum üzerindeki siyasi gücünü artırmak ister. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, ekonomik araçlar siyasi otoritenin gücünü artırmak amacıyla kullanılmaktadır. Yeni bağımsızlığına kavuşmuş ülkelerde iktisadi devlet teşekkülleri, milliyetçiliğin ve egemenliğin bir sembolü olarak görülmekte ve teşvik edilmektedir. Bu iktisadi işletmeler yeni siyasi rejimle toplum arasında bütünleştirici bir köprü görevi yapmaktadır. Aynı zamanda bu işletmeler, devletin modernleşme ve kalkınma politikalarının iktisadi alandaki modelleridir. Modernleşme politikası izleyen ülkeler, ister istemez merkeziyetçi ve devletçi olurlar. Çünkü modernleşme, gelişmekte olan ülkelerde hep siyasi iktidarlardan halka doğru tek yönlü bir siyasi çizgi izlemektedir. Modernleşmenin toplumdaki içsel dinamikleri geliştirilmediği takdirde iktidarların bu alandaki görevi devam eder. Bu da devlet bürokrasisinin büyümesi sonucunu doğurur.
- Demografik yapıdaki değişiklikler de devletin büyümesine etki eder. Ülkede genel nüfusun artması, kompozisyonunun değişmesi ve belirli yaş gruplarının ihtiyaçları devletin görevlerini artıran önemli bir faktördür. Gençlerin eğitimi, çalışanların ve yaşlıların sosyal güvenliklerinin sağlanması, artan nüfusa yeni iş imkânlarının temini gibi sorunların çözümü hep devletten beklenir. Çalışan nüfus içinde emeklilerin sayısı arttıkça ve emekli ikramiyeleri sosyal güvenlik kurumlarından karşılanamayıp genel devlet fonlarından ödendiğinde, diğer faktörler sabit kalsa da devlet harcamalarında artış kaçınılmazdır. Bu nedenle gelişmiş ülkeler, sosyal güvenlik kurumlarının kaynaklarını zayıflatmamak için, emeklilik yaşını altmışın üzerine çıkarmışlardır. Erken emeklilik, devlet harcamalarını arttıran bir faktör olarak görülmektedir.
- Kentleşme de, kamu hizmetleri için yeni talepler meydana getirir. Kentleşme oranı arttıkça sorunların çeşidinde ve miktarında da bir büyüme ortaya çıkar. Örneğin, suç oranları artar. Bu nedenle daha çok polise ihtiyaç hissedilir. Ayrıca potansiyel ve fiili tehlikelere karşı toplumu korumak için, hava ve su kirliliğinin, gıda maddelerinin, otel, lokanta ve kahvehane gibi kamuya açık yerlerin denetimi, gürültünün azaltılması, konut, ulaşım, imar ve altyapı ile ilgili çalışmalar, devlet için yeni hizmet alanları olur.
- Kişi başına düşen gelirin artması, devlet harcamalarının büyümesi sonucunu doğurabilir. Eğitim, kültür ve rekreasyon hizmetlerinde daha lüks yatırımlara yönelik talepler gelişir. Çoğu kere kişisel gelir, hizmetin kalitesini iyileştirmede bir baskı unsurudur. Bu tür alanlara daha çok kamu fonları aktarılır. Bu durum, daha ziyade gelişmiş ülkelerde kendini gösterir.
- Gelişmiş ülkelerde, gelirin yeniden bölüştürülmesi politikası çerçevesinde, eğitim, sağlık, konut ve refaha daha çok kaynak aktarılır. Bu sosyal politikalar, devletin büyümesini ve kamu harcamalarının artmasını sağlamıştır. İşsizlik yardımı, çocuklar için parasız sağlık hizmetleri, özürlülere okullarda ayrı sınıflar ve kurs programlan, anne adaylarına beslenme programları, sosyal kamu hizmetlerine örnek olarak gösterilebilir. Siyasi iktidarların bu kesimlere yönelik sosyal programları bir yönüyle, insani düşüncelere, diğer yönüyle de oy hesaplarına dayanmaktadır. Çünkü bu kesim, toplumda önemli bir seçmen grubunu oluşturur.
- Bazı ülkelerde televizyon, tiyatro ve diğer sanat etkinliklerinde iyi bir standarda ulaşılması için, devletin bu alanlara yatırım yapması istenir. Çünkü özerk bir karar merkezi niteliği kazanmıştır. Teknokrat, bu yeni uzman tipinin bir kavramıdır. Teknokrasi olgusu, yalnız devletin büyümesinin değil, aynı zamanda bilim, teknik ve ekonomideki gelişmenin de bir sonucudur.
Devletin Büyümesi ve Bürokrasi
Devletin büyümesi, bürokratik eşmeyi artırmıştır. Büyük yapılı örgütler, küçüklere göre daha bürokratiktir. Kamu yönetimi ile halk arasındaki ilişkiler; formlar, anketler ve müracaat kâğıtları gibi, içinde çok çeşitli alternatif soru ve bilgiler bulunan yazılı belgeler vasıtasıyla standart usullere bağlanmıştır. Standart haberleşme usulleri, modern bürokrasilerde halkın isteklerini ve eğilimlerini belirlemede önemli araçlardır.
Bürokratikleşme, idari örgütlerin büyümesi ve teknik nitelik kazanması, bireylerin yönetsel ve siyasal karar alma sürecine doğrudan katılmasını imkânsız hale getirmiştir. Günümüz toplumlarında yönetim ilişkileri, siyasi partiler, siyasetçiler ve sivil örgütler aracılığı ile yürütülmektedir. Dernek, vakıf, sendika, kooperatif ve benzeri sivil toplum örgütleri, kamu yönetimi ile toplum arasında “aracı kurumlar” niteliğinde işlev görmektedir. Bu örgütlerin kamu yönetimi ile ilişkileri giderek gelişmektedir.
Kamu hizmetlerinde verimsizlik, harcamaların artması ve enflasyon gibi olumsuzluklar, devletin büyümesinin bir sonucu olarak değerlendirilmektedir. Büyüyen kamu Örgütlerinin denetimi de güçleşmektedir. Denetim için oluşturulan birimler, kendi içinde ayrı bir bürokrasi meydana getirmektedir.
Devletin ekonomik alandaki rolü,, “müdahalecilik” ve “serbestlik” (laissez-faire) arasında gidip gelmektedir. Ancak 1980’den sonra, liberal düşünce Önem kazanmış, bütün ülkelerde piyasa ekonomisine doğru güçlü bir eğilim ortaya çıkmıştır. Bu eğilimin temel politikası “özelleştirme”dir. Özelleştirme, esas itibarıyla devleti küçültmeyi ve piyasa sistemini güçlendirmeyi amaçlamaktadır.
Devletin büyümesine karşı, öteden beri en güçlü hareket “Liberalizm” ve onun bireye ve piyasaya yaptığı vurgu olmuştur. Günümüzde bu hareket, devlet iktidarı karşısında bireylerin haklarını ve gücünü yeniden değerlendirmeye çalışmaktadır. Liberalizm, sınırlı bir yönetim anlayışını benimser. Erken dönem liberalizmin kilit isimlerinden John Locke’a (1632-1704) göre, yönetimin meşru rolü, “hayat, özgürlük ve mülkiyet” in korunmasıyla sınırlıdır. Yönetimin temel işlevi, kamu düzenini ve mülkiyeti korumak, dış güvenliği sağlamak ve sözleşmelere uymayı teminat altına almakla ilgili “minimal” işlevlerin ötesine geçmemektir. Bir yüzyıl sonra Thomas Jefferson (1743-1826), aynı anlayışı ” en iyi yönetim, en az yönetimdir” deyişiyle formüle etmiştir. Liberallere göre piyasa, kendi kendini düzenleyen bir mekanizmadır. Piyasaya devlet müdahale etmemelidir, çünkü o, A. Smith’in (1723-1790) “görünmez el” olarak belirttiği mekanizmaya göre işlemektedir (Heywood, 2007: 34-65). Yeni Sağ politikalar adı altında devlet, başta gelişmiş ülkelerde olmak üzere 1980’den sonra neoliberal bakış açısına göre yeniden yapılanmaktadır
Devletin fonksiyonu arttıkça, birey, aile, gönüllü kuruluşlar ve ekonomik örgütler gibi sosyal kontrol ve kamu tercihi ile ilgili alternatif kurumların gücü azalmaktadır. Buna karşılık, devletin gücü azaldıkça, bu boşluğu piyasa aktörleri ve sivil toplum kurumları doldurmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla böyle bir yapıda sivil toplum kurumları güçlenmektedir.
1980’li yılların başından itibaren devletin küçültülmesine yönelik faaliyetlerde önemli bir gelişme yaşanmıştır. Bununla beraber, devlet ekonomik ve ticari alanları piyasa aktörlerine bırakırken, bu alanlarda düzenleyici ve denetleyici aktör olarak yeni fonksiyonlar üstlenmiş, “bağımsız idari otoriteler” olarak yeni kamu kurumlan ortaya çıkmış, bu alanda devlet büyümüştür.
Teknolojik gelişmeler, kamu hizmetlerine ilişkin kararların alınmasında merkeziyetçi eğilimleri kolaylaştırmıştır. Örneğin, telefon ve faks gibi haberleşme araçları, merkez ile çevre arasındaki iletişimi kolaylaştırdığı için, kararların merkezde alınması önemli bir sorun meydana getirmemektedir. Kamu yönetimleri, zaman zaman merkeziyetçi, bazen de yerinden yönetime ağırlık veren bir görünüm sunmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra giderek merkezileşen yönetim faaliyetleri, 1970’li yıllarda tekrar yerinden yönetime doğru bir değişme içine girmiştir. Bu değişim “desantralizasyon” (yerinden yönetimleştirme) kavramıyla ifade edilmektedir. Merkezi yönetim birimleri, makro düzeyde siyasa ve karar üretme faaliyetleriyle daha çok ilgilenirken; yerel yönetimlerin ise mahalli nitelikteki hizmetlerde daha etkili rol oynamaya başladıkları görülmektedir. Çünkü merkezi yönetim, fazla büyümenin hizmetlerde meydana getirdiği olumsuzlukların farkına varmıştır. Bu nedenle işlevlerinin bir kısmını yerel yönetimlere devretmeyi yararlı görmektedir.